5 Ağustos 2013 Pazartesi

Yoğun Bakım Ünitesinde Çalışan Hemşirelerde Stres Yaygınlığı ve Stresle Başa Çıkma Mekanizması
Raja Lexshimi RG, Saadiah Tahir, Santhna L.P, Md Nizam J
Çeviri: Şebnem Şahin
ÖZET
   Yoğun bakım ünitesinde çalışan hemşireler için çalışma ortamı devamlı bir stres kaynağıdır. Hastaların sağlık problemlerinin karmaşık doğası  çok komplike bir teknolojinin yoğun kullanımını gerektirdiği için, araştırmacılar yoğun bakım ünitesinin stres verici bir ortam olduğunu belirtmektedir.    Bu çalışma Malezya Kebangsaan Üniversitesi Hastanesi yoğun bakım ünitesinde çalışan hemşire personelinin yaşadığı stres yaygınlığı ve stresi etkileyen faktörlerin araştırılmasını ve tecrübe edilmiş stres belirtilerinin keşfedilmesini amaç edinmiştir. Bu tanımsal çalışma Kebangsaan Üniversitesi Hastanesi yoğun bakım ünitesinde (YBÜ) çalışan 67 hemşire üzerinde gerçekleştirilmiştir. Bilgiler kişiye yönelik anketler kullanılarak elde edilmiştir. Anket sosyo-demografik bilgiler, stresi etkileyen faktörler ve tecrübe edilen stresin belirtilerini kapsamıştır. Toplanan bilgiler sıklık ve yüzdelik kullanılarak analiz edilmiştir. Sosyo-demografik bilgiler ile stresi etkileyen faktörler arasındaki ilişkiyi incelemek için Ki-Kare Uygunluk Testi kullanılmıştır. Bulgular hemşire personelinin %100’ünün (n=67) stres belirtileri tecrübe ettiğini göstermektedir. Kebangsaan Üniversitesi Hastanesi YBÜ’de çalışan hemşireler tarafından tecrübe edilen stres; bilgi, iş tecrübesi, durumu kritik olan hastalar ve çevresel faktörler gibi birçok sebepten ortaya çıkmıştır. Kebangsaan Üniversitesi Hastanesi YBÜ’de çalışan hemşirelerin yüksek stres altında oldukları görülmüştür. Hemşirelerin temel yoğun bakım ünitesi kurslarını almalarını teşvik etmek ve hemşire kontenjanını arttırmak gibi tavsiyeler YBÜ hemşirelerinde görülen yaygın stresi azaltabilir. Stres, hasta bakımında performans ve iş kalitesini etkilemektedir, bu sebeple hastane yönetimi stres seviyelerinin düşürülmesinde önemli bir rol oynamaktadır.

Anahtar Kelimeler: Stres, başa çıkma mekanizması, Yoğun Bakım Ünitesi hemşireleri


GİRİŞ

   Yoğun bakım ünitesinde çalışan hemşireler için çalışma ortamı sürekli stres kaynağı oluşturmaktadır. Kritik hasta bakımı, oldukça ciddi tedavi ve devamlı teyakkuz halinde olmayı gerektirir (Norbeck 1985). Hastaların karmaşık teknoloji kullanımı gerektiren tedavileri, YBÜ hemşirelerinin devamlı bir stres ortamını tecrübe etmelerine yol açmaktadır (Robinson & Lewis 1990). Hemşireler karmaşık teknolojiyle başa çıkmanın yanında, hasta bakım yönetimiyle ilgili devamlı bir ahlaki çıkmazla da karşı karşıyadır.

 Aynı zamanda sağlık bakım hizmetindeki değişiklikler yeni hemşirelik görevleri ve sorumlulukları oluşturmuş, dolayısıyla stres kaynaklarına katkıda bulunmuştur (Erlen & Sereika 1997). Hemşireler hastanın bakımını hemşirelik faaliyetleri kapsamında gerçekleştirmeye çalıştığında stres ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte sürekli bir en iyiye ulaşma isteği de strese yol açan etmenlerdendir.

Çalışma Stresine Yol Açan Etmenler

   Birçok araştırma YBÜ’nin stres verici bir ortam olduğunu ortaya koymuş (Robinson & Lewis 1990), Youngner et al (1979) YBÜ’nin kendi başına hemşirelerde stres üretmeye yettiğini belirtmiştir. Çalışmalar aynı zamanda yüksek stres seviyesinin hemşirelerde yeterlilik ve iş performansını etkilediğini göstermektedir (Taromina 2000). Hay & Oken (1972), YBÜ ortamını ve YBÜ’de çalışmanın psikolojik etkisini hemşirelerdeki stresin iki etmeni olarak göstermişlerdir. Buna rağmen, Hollanda’da 521 hemşire üzerinde yapılan çalışma, yoğun bakım ünitesi çalışma ortamının başka hastane bölümlerinden daha stresli olduğu görüşünde mutabık olmamıştır (Boumans & Landeweerd 1994).

   Bazı araştırmacılar hastaların ölümüne yakın olmanın YBÜ hemşireleri için son derece stresli olduğunu belirtmektedir. Karar alma yetkisi de YBÜ hemşireleri için endişe kaynağıdır. Önceki araştırmanın da gösterdiği üzere, YBÜ hemşirelerinin yaşadığı stresin doğası daha örgütseldir. Örgütsel stresler fiziksel, psikolojik ve sosyal sorunlardan kaynaklanabilir (Duquette et al 1994). Sözle ve fiziki saldırının yaygın olduğu ortamlarda çalışan hemşirelerin stres etkileriyle karşılaşmaları daha olağandır. YBÜ hemşirelerinde strese yol açan diğer faktörler çalışma süresinin artması (Janseen et al 1999), hemşire eksikliği, iş arkadaşlarından sosyal destek alamamak (Balker et al,2000), çok sayıda evrak işi ve amirin yüksek beklentileri, organizasyon ve hasta akrabaları olabilmektedir.


Çalışma Stresinin Etkileri

   Dunham’a (1984) göre, strese verilen tepkiler üçe ayrılabilir: zihinsel, fiziksel ve duygusal. Strese verilen duygusal ve zihinsel tepkiler sık sık duygusal halin değişimi, gereksiz kaygılar ve öfke patlamaları şeklinde sıralanırken fiziksel stres belirtileri kalp rahatsızlıkları, ülser ve kurdeşen şeklinde görülmektedir. Stresin aynı zamanda gerilim, kaygı, yorgunluk ve depresyon gibi ruh hali değişimlerine yol açtığı da bilinmektedir (Cox & Ferguson 1991). Yorgunluğun etkileri yorulma seviyesindeki bir işlevsizlikten kontrol kaybına kadar derecelendirilebilir (Tavares 1994). Hemşireler üzerinde yapılan önceki araştırmalar çalışma stresi ile zihinsel acı arasında pozitif bir ilişkinin varlığını ortaya koymuştur (Tyler & Ashway 1992). Kebangsaan Üniversitesi Hastanesi yoğun bakım ünitesinde çalışan hemşirelerde stres yaygınlığı ve stresi etkileyen faktörler hakkında oldukça az şey bilinmektedir. Bu sebepten ötürü bu çalışma kritik bakım hemşireleri arasındaki stres yaygınlığını ve stresi tetikleyen etmenleri araştırmayı, stres vericiler ve hemşireler arasındaki ilişkiyi incelemeyi amaç edinmiştir.

YÖNTEMLER

   Kebangsaan Üniversitesi Hastanesi yoğun bakım ünitesinde çalışan toplamda 70 kritik bakım hemşiresi bu kesitsel çalışmaya dahil edilmiştir. Havale alan ve öğrenim görülen bir hastane olması, kritik hastaların tedavisinde karmaşık teknoloji kullanılması ve kısmen de hastalarla eğitilmiş uzmanlar ve narkozcuların ilgilenmesi, Kebangsaan Üniversitesi Hastanesi yoğun bakım ünitesinin seçilmesinde rol oynamıştır. Cole’dan (1992) uyarlanan anketler dâhil edilen ve kapsayıcı kritere uyan tüm hemşirelere rastgele evrensel bir yöntem kullanılarak dağıtılmıştır. Örneklerin ikmalinde kullanılan kapsayıcı kriter: Malezya Hemşirelik Kurulu’nda kayıtlı olmalarıdır. Anket, geçerliliği ve güvenirliğini test etmek üzere Tengku Ampuan Rahimah Klang Hastanesi yoğun bakım ünitesinde çalışan 20 hemşire üzerinde pilot olarak uygulanmıştır. Pilot uygulamanın sonuçları asıl çalışmaya dahil edilmemiştir. Anket dört bölümden oluşmaktadır: Bölüm A sosyo-demografik bilgi üzerinedir.  Bölüm B’nin kapsadığı 25 stres unsuru üç alt-bölüm halindedir: fiziksel çevre (9 unsur), psikolojik çevre (10 unsur) ve hemşirenin geçen 12 ayda strese verdiği tepkiler (6 unsur), bölüm C stresi etkileyen çalışma değişkenleri ve D bölümü stresle başa çıkma mekanizmaları. Stresle ilgili cevapları olan sorulara hemşirelerin yalnızca ‘evet’ veya ‘hayır’ cevabı vermeleri istenmiştir.

  Bilgiler tanımsal analiz için SPSS 10.0 adlı bilgisayar programına kodlanmış ve girilmiştir. Bilgiler sıklık ve yüzdeliğe göre tanımlanmıştır. Strese yol açan etmenler ve sosyo-demografik bilgi arasındaki ilişkiyi incelemek için bir Ki-kare testi uygulanmıştır.

SONUÇLAR

Örneklerin Tanımı

   Dağıtılan 70 anketten sadece 67 tanesi bütün bilgileri içermiş, 3 anket boş halde geri verilmiştir. Hemşirelerin %70’inden fazlası 22-40 yaş aralığındadır. Yalnızca %13’lük dilim 25-27 yaşındadır, aynı yüzdelikler 28-30 yaş aralığı ve 31 yaş üstü için gözlenmiştir. Tüm hemşireler orta öğretimi tamamlamış ve hemşire olarak kaydolmuşlardır. Hemşirelerin çoğu (%80) üç yıldan az iş tecrübesine sahiptir. 67 hemşire içinden yalnızca 10 tanesi (%14.3) YBÜ temel kursunu almıştır. Kısa iş tecrübesi ve temel kursun tamamlanmayışına (%87.5) bakılırsa,  hemşireler kritik bakım hemşireliği hususunda sağlam bir temele ve yeterli bilgiye sahip olmayabilirler. Medeni hal durumuyla ilgili sorulara, 57 hemşire (%81.4) evli, 16 (%22.9) hemşire “aileyle yaşıyor” cevabını vermiştir. Kendi başına yaşayan  %20 ve arkadaşlarla yaşayan dilim %57.1’dir.

Stres Yaygınlığı

   Ankete katılan hemşirelerin hepsi (%100) fiziksel ve psikolojik stres tecrübe ettiğini belirtmiş ve son 12 ayda tecrübe ettikleri stres belirtilerini stres envanterinde göstermiştir.

Stres Envanteri

   67 hemşireden 66’sı (%98.6) baş ağrıları, %60’ı bunun akabinde karın ağrıları ve göğüs ağrıları (%57.1) tecrübe etmiştir. Bunun yanında 65 hemşire (%97.1) virüs enfeksiyonuyla hasta olmuş, %84.3 uyku problemleri tecrübe etmiş, %65.7 kilo kaybı yaşamıştır.
Ancak, libido kaybı yalnızca hemşirelerin %5.7’lik bir azınlığı tarafından yaşanmıştır. (tablo 1)

Kritik Bir Hastaya Bakmak

   Hemşirelerden 50 tanesi (%71.4) durumu kritik olan hastalara bakarken, 53 tanesi (%75.7) resüsitasyon gerektiren hastalara bakarken stres yaşadıklarını belirtmiştir.

Hemşire-Hasta Oranı

   Hemşire-hasta oranı hemşirelerin %100’ü tarafından stres faktörü olarak tanımlanmıştır. Bunun yanında, bakması için yalnızca bir hasta verilen hemşireler, iki ve üç hasta verilen hemşirelerden daha az stres yaşadıklarını söylemişlerdir.

Çevre Faktörü

   %67.1’lik bir çoğunluk, teferruatlı teknolojinin kullanıldığı bir ortamda olmayı, kumanda ve tamir etmek çok fazla bilgi ve sabır gerektirdiği için oldukça stresli olarak anlatmıştır.

Kişilerarası İlişkiler

   31 (%44.9) hemşire başka personel-doktor ve başhemşirelerle çalışmayı rahatsızlık verici bulurken, hemşirelerin diğer yarısı birlikte çalışmaktan rahatsızlık duymamaktadır. (%85.5) hemşire başhemşirelerinin, 49 hemşire (%70) doktorların varlığından rahatsızdır.

Stresin Araştırma Değişkenleri (İş Stresörleri) ile İlişkisi

   Araştırma değişkenleri ile stres arasında kayda değer bir fark gözlenmiştir (Tablo 2). Buluntular, temel eğitimi alan hemşireler ile almayan hemşireler arasında mühim bir fark olduğunu göstermiştir (p<0.05). Dolayısıyla yoğun bakım ünitesinde çalışan hemşirelerden eğitime tabi tutulmamış olanlar kritik hasta bakımını daha stres verici görmektedir. İş tecrübesi az olan hemşireler, tecrübeli hemşirelere göre daha çok stres yaşamaktadır (p=0.0001). Buradaki hemşirelerde iş ortamı, hemşire-hasta oranı, kritik hasta bakımı ve stres arasında önemli farklar gözlenmiştir. Yoğun bakım ünitesinde çalışan hemşireler için ileri teknoloji kullanımı (p=0.0011), yüksek hemşire-hasta oranı (p=0.0321), personel/profesyonellerle iş ilişkiler (p=0.0021) ve kritik hasta bakımı (p=0.0011) ana stres kaynaklarıdır.

Stresle Başa Çıkma Mekanizmaları

   Yoğun bakım ünitesi hemşireleri tarafından uygulanan beş başa çıkma mekanizması tespit edilmiştir. Dua (%100) ve dinlenme (%100) sık kullanılan stresle baş etme yöntemleridir. Fiziksel egzersizler hemşirelerin bazıları (%35.7) tarafından uygulanmakla birlikte, duyguları açığa vurmak ve problemleri paylaşmak hemşirelerin yarısından fazlası tarafından stresten kurtulmak için kullanılmaktadır. Bazı hemşireler (%35.7) stresten uzaklaşmak için iş arasında dinlenmektedir.

MÜZAKERE

   Bu çalışmanın tespitleri, tecrübe edilen stres belirtilerin %100 olması dolayısıyla Malezya Kebangsaan Üniversitesi Hastanesi yoğun bakım ünitesi hemşireleri arasında stres yaygınlığının yüksek olduğunu göstermiştir. Çalışmada fiziksel, psikolojik ve davranışsal değişimler olmak üzere üç kategoride incelenen stres belirtileri, ilginç tespitler ortaya koymuştur. YBÜ hemşirelerinde görülen genel stres belirtileri baş ağrısı, virüs enfeksiyonlarına çabuk yakalanma, sırt ağrısı, uykusuzluk ve kilo kaybıdır.  Hemşirelerin tecrübe ettiği psikolojik stres belirtileri olan halsizlik, kaygı duyma, bunalım, dikkati işe vermede yaşanan sorunlar, işe duyulan ilginin azalması ve depresyon; çok sık görülen semptomlardır.

   Bununla birlikte davranışlarda; iş sırasında hatalar yapmak, meslektaşlar ve diğer personelle çatışma yaşamak gibi değişiklikler görülmektedir. Sonuç Milazzo (1988) ve Yip (2001)’in tespitleriyle uyumluluk göstermiştir. Strese maruz kalmak YBÜ hemşirelerinden hiçbirini uyuşturucu ve alkol kullanmaya yönlendirmemiştir, bunun sebebi hemşirelerin kendilerini bunlardan uzak tutan sağlam manevi ve dini zemine sahip olmaları olabilir. Bilgi sahibi olmak YBÜ hemşireleri arasında stres seviyesini etkileyen bir etmen olmuştur: hemşirelerin %82.5’lik çoğunluğu temel öğrenim kursunu almadıkları halde YBÜ’de çalışmaya gönderilmiştir. Bilgisizlik YBÜ hemşirelerinde oluşan stresin ana göstergeleri arasında bulunmaktadır (Steffen 1980). Bulgular aynı zamanda bu çalışmaya dahil olan hemşirelerin çoğunun kritik hasta bakımını stres sebebi olarak değerlendirdiğini göstermiştir.  Bu durum YBÜ’deki hastaların ya durumunun kritik olması ya da resüstasyon gerektirmeleri dolayısıyla kaçınılmazdır. Kritik hastalarla ilgilenmek yüksek bilgi ve yetenek seviyesi gerektirdiği için yoğun bakım ünitesinde görev yapan hemşirelerin temel bir YBÜ kursu almaları gerekmektedir. (Kelly & Cross 1985; Sawatzk 1996)

   Tecrübesizlik ve çalışma stresi arasında kayda değer bir ilişkinin olduğu konusunda evvelki çalışmalar da mutabıktır. (Huckabay & Jagia 1979; Oisen 1977; Stone et al. 1984) Huckabay & Jagia (1979) tecrübesizlik ve çalışma stresi arasındaki ilişkiyi araştırmış ve “Hemşire gerekli bilgi ve yeteneği edindiğinde, stres katsayısı düşmektedir.” Sonucuna ulaşmıştır. Buna rağmen Sawatzk (1996), hemşirelerin yetersiz bilgiyi teşvik edici bulduğunu söylemiştir. Pagana (1990) da hemşirelik öğrencilerin ilk klinik tecrübelerini korkutucu değil teşvik edici bulduklarını kaydetmiştir.

    Yoğun bakım ünitesinde ölümün sık karşılaşılan bir durum olması, YBÜ hemşirelerinde yüksek stres oluşturmaktadır. Bu tespit Sawatzk (1996) ve Bartz & Maloney’nin (1986) sonuçlarıyla da uyumludur. Lau &Chan’in (1995) çalışma sonuçları da Hong Kong’da YBÜ hemşirelerinin kritik hasta bakımıyla ilgilenmekten, hemşire eksikliğinden, yoğun çalışma saatlerinden ve personel içinde kişilerarası ilişkilerden dolayı stres yaşadıklarını göstermiştir.

    Hemşirelerin birden fazla hastaya baktıkları gözlenmiştir. Hemşireler iki veya üç hastaya birden bakmanın gerginlik yarattığını söylemektedir. Coghlan’a (1984) göre hemşirelerin iki veya üç hastaya bakmasının sebebi hemşire eksikliğidir. Hemşirenin iş yoğunluğu, hastanın gereksinimlerini yerine getirememesine yol açmaktadır, nihayetinde hastalar ve hemşireler sıkıntı yaşamaktadır. Sonuçta hemşirenin stres altında olması hasta üzerinde etkili olmakta ve hasta bakımını tehlikeye atmaktadır (Gentry et al.1972; Rich & Rich 1987). Oysa ki Payne’e (2001) göre, iş yoğunluğunun sıkça stres kaynağı olarak gösterilmesine karşın, stres optimum faaliyet için tetikleyici olabilir. Fakat elbette, yoğun çalışma saatleri başka olumsuz sonuçlara yol açabilmektedir.

   Meslektaşlarla profesyonel bir iş ilişkisini devam ettirmek, uyumlu çalışma ortamıyla sonuçlanacağı için önemlidir. Ekip çalışması ve işbirliğinin güçlü olması gerekmektedir, aksi halde hemşireler sorunları konuşmakta sıkıntı yaşabilirler. Çatışmaları sağlıklı bir usulle çözmeyi başaramazlar ve klinik kararlara da dahil olmazlar. Zayıf profesyonel ilişkilerin stresli çalışma ortamına yol açması Cottrell (2000) tarafından da belirtilmiştir. Bu bakımdan, hemşirelerin iletişim kurabilmesi ve işbirliği yapabilmesi için uzmanlaşmış bilgi ve yetkinlik gerekmektedir, bu da hasta bakımı kalitesini arttıracaktır. Aslında hem doktorlar hem de hemşireler yetersiz oldukları ve sorumluluk almak istemedikleri için profesyonellerle ilişki kurmakta zorlanmaktadır (Maxfield 2005).

   Güvensiz bir çevre de hemşirelerde stres yaratabilir. Bu tespit Briner’in (1999) tespitleriyle uyumluluk göstermektedir. Yoğun bakım ünitesi ortamı fiziksel, bilişsel ve duygusal çaba gerektirir. Stresli deneyimler personel çatışmaları, devamsızlık, moral bozukluğu, düşük üretkenlik ve tamamen tükenme gibi işle ilgili sorunlara yol açabilir (Stechmiller & Yarandi 1993; Bailey 1980).

   Stres, sosyal destek gibi başa çıkma kaynaklarıyla hafifletilebilir. Bu çalışmaya katılan hemşireler dua ve dinlenme gibi son derece etkili başa çıkma yöntemleri kullanmıştır. Fakat hemşirelere uygun başa çıkma becerileri öğretilmelidir. Tamamen tükenmeyi engellemek için YBÜ hemşirelerine stresle başa çıkma eğitimi uygulanabilir (Payne 2001). Buna karşın birkaç çalışma “Zahmetli problem çözme”nin başka ülkelerdeki hemşireler arasında en yaygın başa çıkma yöntemi olduğunu belirtmiştir (Payne 2001, Healy 2000; O’Brien & Delongis 1996).

ÖNERİLER VE SONUÇ


   Bu çalışma kritik hasta bakımı ve yönetimiyle ilgili mühim sonuçlar içermektedir. Kritik bakım hemşireleri yüksek sorumluluk ve hasta bakım yönetimi sebebiyle oldukça stresli bir ortamda çalışmaktadır. YBÜ hemşireleri hasta ailesi ve hastanenin kaliteli bakım talebinin yanında teknolojik uzmanlık ihtiyacıyla da karşı karşıyadır. Malezya Kebangsaan Üniversitesi Hastanesi YBÜ hemşirelerinin yaşadığı stresin kaynağı artık tespit edilmiştir. Stres kritik bakım hemşirelerinin sağlığı ve refahında etkili olduğu için organizasyonların YBÜ hemşirelerindeki stresi azaltmaya yönelik tedbirler alması gerekmektedir. Yoğun bakım ünitesi hemşirelerinin temel YBÜ kurslarına katılmalarını teşvik etmek, personel kontenjanını arttırmak gibi öneriler YBÜ hemşirelerinin yaşadığı stres seviyesini düşürmeyi sağlayabilir. 

4 Ağustos 2013 Pazar

Bir Tez Özetinin İngilizceye Çevirisi
                                                         ÖZET 
Türkmen Türkçesi; Türkiye Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi ve Gagavuz Türkçesi ile birlikte Güney-Batı Oğuz grubunda yer alır.
Türkmenistan genel Türk tarihinde önemli bir yere sahiptir. Günümüz Türkmenlerinin kökeni Asya ve Ortadoğu’da güçlü bir devlet kurmuş Büyük Selçuklu Devleti'ne dayanır. Türkmenler Cengiz ve Timur İmparatorluğu’nun egemenliği altında yaşamıştır. Merkezi otoritenin kaybedilmesi üzerine ülkede çeşitli Hanlıklar ortaya çıkmıştır. Hanlıkların birlik olamaması başta İran ve Rusya olmak üzere Türkmenlerle savaşan diğer milletlere yaramıştır. Bir müddet Ruslara karşı direnen ve yer yer başarılar kazanan Türkmenler 93 Harbinden sonra Osmanlıları yenen, maneviyatlarını tazeleyen ve ateş üstünlüğü olan Rusların üstünlüğünü kabul etmek zorunda kalmışlardır.
Türkmenistan'ın ulusal şairlerinden Mahdumkulu şiirlerinde Nadir Şah’ın zulmünü ülkenin talan edilişini, insanların öldürülüşünü dile getirmiştir. Mahdumkulu, Zelili, Kemine ve Seydi gibi halk şairleri Türkmenlerin bağımsızlıkları için çalışmış, şiirleriyle Türkmenleri yüreklendirmekle kalmamış bizzat savaşlara iştirak etmişlerdir. Hatta Seydi milis komutanlığı yaparak önemli muharebelere girişmiş, esir düşmüş, işkenceler görmüştür. Şiirlerinden iyi bir eğitim aldığı anlaşılan Seydi, Türkmencenin bir dil olarak ortaya çıkmasında büyük bir rol oynayan Mahtumkulu’nun izinden gitmiş, Türkmenceye önemli katkılar yapmıştır.
XIX. asırda bir yazı dili olarak ortaya çıkan Türkmence XX. asırda önce Arap alfabesinden Latin alfabesine sonra Kıril alfabesine geçmiştir. En önemli eserlerini dil ve imla tartışmalarının sıklıkla yaşandığı bu yıllarda vermiştir.
Bu çalışmada Seydi tarafından söylenen ve Türkmen Türkçesinin önemli atılımlar yapmaya başladığı 1920’li yıllarda yeniden yazıya geçirilen, Süleymaniye Kütüphanesinde Hüseyin Kazım Kataloğunda “Seydinin Ġoşġıları” adıyla bulunan bir nüshasının transkripsiyonlu metni yapılmış, ġoşġıları morfolojik açıdan incelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Türkmenler, Türkmen Türkçesi, Seydi, Morfoloji



                                                                  ABSTRACT

     The Turkoman language is in the South-West Oghuz language group with Turkey Turkish, Azerbaijani Turkish and Gagauz Turkish.

    Turkmenistan is considered having a great importance in General Turkish History. Turkomans descend from the Seljuk Sultanate which was a powerful empire based in Asia and Middle East. Turkomans had lived under the rule of Genghis Khan and Tamerlane Empires. As a result of the authority lack, the country divided to various Khanates. These Khanates hadn’t been able to collaborate, thus it benefited the belligerent nations especially Iran and Russia. Turkomans resisted and partly overcame for a while. However, after the 93 War when the Russians defeated Ottomans, they had accepted Russian hegemony.

      Mahdumkulu, the national poet of Turkmenistan, uttered the tyranny of Nadir Şah, the pillage from the country, the death of people. National poets such as Mahdumkulu, Zelili, Kemine and Seydi, worked for the independence of Turkmenistan. They gave courage to Turkomans and they even fought at wars. Moreover, Seydi had been a militia commander and fought in crucial battles, was taken prisoner and had been under torment. As understood from his poems Seydi had had a decent education. He followed the path of Mahtumkulu who had a vital role on the issue of Turkoman language, and made great contributions to Turkoman language.

    In 19th century Turkoman language had its own script, in 20th century firstly Arabic and finally Cyrillic scripts were used. He wrote his most important literary works in those years, when arguments about language and orthography were excessively common.

    In this article, a text with transcription was made from “Seydinin Ġoşġıları” which had been uttered by Seydi and had rewritten in 1920’s when Turkoman language had begun to make great developments, from the copy in Süleymaniye Library Hüseyin Kazım Catalogue with the name “Seydinin Ġoşġıları”. And ġoşġıları was analyzed morphologically.


         Key Words: Turkomans, Turkoman Language, Seydi, Morphology
                         Clauson Etimolojik Türkçe-İngilizce Sözlüğü'nden Renk Adları Üzerine Çeviri

 Ürün genel anlamda ‘beyaz’, karşısında a:k, 6. Yüzyıla kadar çok yaygın fakat ondan sonra neredeyse kesin. Yakutçada hayatta kalmış  ürün ‘beyaz’ (L. K. Pekarsky 3178), ve belki de Kırgızcada. Ürün haran ‘şafak’ ve Güneybatı Anat 20. Yy. ürün ‘süt, yoğurt’ Söz Derleme Dergisi 1436. Sporadic Uygurcadaki yürün yazımlarının daha erken biçimi temsil etmesi kuşkulu. Eski Türkçe 8. Yy ürün kümüşi:n ‘onun beyaz gümüşü’ Bilge Kağan N11: başka bir olgu T 48 (altu:n):8 ve takip eden sayfalar ürü:n esri: ‘beyaz benekli’ Irk Bitig 4 (‘doğan’); 41 (‘inek’ ve ‘yavru boğa’); başka yerlerde aynısı 5 ve 20; yürün taş ‘beyaz taş’, başka yerlerde: Uygurca 8. Yy ve ilerisi, yürün tonluğ dındarka ‘beyaz cüppeli seçkin bir kişiye’ M III 30,10-11: ürün M I 22, 4 (ii): Budist Uygur. Yürün yipin yaruk yaşuk ‘beyaz ve mor ışık’ (iki sözcüğün bir anlam verebilmek için birleşmesi) TTV 4,12; başka yerlerde PP 42,2 (egir-); TTV 6,47: U IV 30,51-2, vb.: Halk Uygurcası. Ürün yerlig (bir döşek) ‘beyaz bir yerle birlikte’ (ve renkli nakış) USp. 79,6; yürün bulıt ‘beyaz bir bulut’ TTI 4 başka yerlerde TT VII 13, 29; HI 91, vb: Eski Kırgız Dili 4. Yy ve sonrası. Ürünümig kara:mığ a:zdım ‘beyaz ve kara hayvanlarımdan(?) ayrı düştüm’ S. Ye. Malov 11,3 (akrabalarım,çocuklarım) ürünü:m kara:m aynısı 45,7: Hakani dili 6. Yy. ürün al-abyad her şeyin ‘beyaz’ı, Oğuz’da (1) ak: ürün al kudba ‘tırnaktaki hilal biçimli beyaz bölüm’, bu genç insanların tırnaklarındaki al-fufa(ditto)’dur; Biri tırnak ürüni derse: bayadu’l-zufr: ürün hulwanu’l-kahin ‘bir kahinin ücreti’; biri elig ürüni ber derse ‘ücreti ver’ Kaşgari I 134; üç farklı yerde: KB ürün ‘beyaz’ yaygındır, ürün kedtim as ‘üstüme bir ermin kürkü (elbise) giydim’ 84: başka yerlerde 881, 1103 (1 saç) 1319, 3840 (ertini), 5640, 6622: 8. Yy(?) Atabetü’l Hakayık (elçilerde olur) ürün yüz ‘beyaz (yani ışıldayan) yüzler’ 25; Tefsir ürün ‘beyaz’ (saç, ışık) 250 (örün): Çağatayca 15. Yy ve ilerleyen yıllar. ewrün (imla bu şekilde) rüşan wa nurani wa hawayı şaf ‘ışıldayan, aydınlık, berrak hava’ Sanglax 53 v. I: Kıpçak 8. Yy. al-laban mutlaqa genel anlamda ‘süt’ ü:rün M. Th. Houtsma 16,11.

Kara; ‘siyah’, öncelikle fiziksel bir anlamda, fakat birçok mecaza sahip. Anlamları sıklıkla aşağılayıcı, örneğin kara: bodun ‘sıradan halk’ (aristokrasiye karşı) her dilde sık görülür; Moğolcadan erkenden alınmış sözcük, ve İrani,vb., Doerfer III 1440. Bu kelimeyi barındıran pek çok söz vardır, örneğin P II 132-42; Sİr James Redhouse 1448-50. Eski Türkçe 8. Yy kara: bodun ‘sıradan insanlar’ II E 41; kara: kamağ bodun I E 8, II E 8; başka yerlerde II N II; S 12 (teyin); T 52 (tök-): 8.yy ve ilerisi kara: ‘siyah’ Irk Bitig ve Toyok’da yaygındır; kara: kuş ‘kartal’ Irk Bitig 3 (‘altın kanatlı’ olarak tasvir edilmiş), 43; Mani belgelerinde yaruklı karalı ‘ışık ve karanlık’ Chuastuanift 166, 170-1, vb. başka yerlerde kara ‘karanlık, koyu’; kara bodun TT II 8,69; 10,81: Yenisey Yazıtları kara: bodu:n S. Ye. Malov 32,6; başka yerlerde aynısı 30,4; 37 I (xa:n): Uygurca 8. Yy kara egil bodunığ ‘sık rastlanır sıradan halk’ Şine-Usu Yazıtları E 2; başka yerlerde E 5, N12; 8. Yy ve ilerisi Budist Uygur metinleri kara ‘siyah’ yaygındır; kara kuş U II 31,54; kara bodun U III 27,3(ii); TT x 170 vb.: Halk Uygurcası kara ‘siyah’ yaygındır; yılkı kara TT VII 28, 43; 29, 6; 33, 19 ‘hayvanlara’ verilen ortak bir addır, belki ‘atlar ve sığırlar’; kara baş ‘köle’ (erkek ya da kadın) USp. 61, 3 ve ilerisi; 73, 3 ff.; I 10, 3 ff; kara aynı zamanda PNs ve USp: XIV Çince-Uygurca Sözlük ‘siyah’ kara; ‘vaşak’ kara kulak Ligeti 162;R I1 134: 0. KI ıx ff. kara bodun S. Ye. Malov 3,6 vb; ürünü:m kara:m aynı şekilde II 3; 45,7 ‘beyazım ve siyahım’ ‘hayvanlar’ için bir söz gibi görünüyor: Hakani Türkçesi 6. Yy kara: her şeyin ‘siyah’ı, ve Hakani hükümdarları bunu isim olarak alırlar, Buğra: Kara: Hakan: derler, bununla ilgili bir hikaye vardır; kara: kuş al-'uqab ‘kartal’ (muhtemelen özelikle ‘altın kartal’): kara: kuş ‘Jupiter yıldızı’ (al-muştari), bu şafakta doğan bir yıldızdır ve ismi kara: kuş yulduz: (Oğuz sözü): kara: orun ‘mezar’ (al-qabr) (verse), aslı kara: orun yani ‘karanlık yer’: kara: baş ‘köle’ için bir sözcük (al mamluk), hem kadın hem erkek için, anlamı ‘siyah baş’: kara: ot ‘zehirli bitki’ bu bitkisel bir zehirdi: kara: ya:ğ al naft ‘neft yağı’: Kara: Senir Barsağ:n’da bir yer adı: kara etme:k şu şekilde yapılan bir ekmeğin adı; et pişirilir; sonra un yağ ve şeker eklenir ve koyulaşana kadar kaynatılır, çıkarılır ve yenilir; ve şarkı olarak söylerler (fi’l-itba) kara: kura: Kay. 111 221-2; başka yerlerde. I 331 (kuş); 150 (egetlik); III 33, 2 (bun); 40 (yultuz); kara: aynı zamanda aşirete ait ve coğrafi isimlerde bulunur ve başka yerlerde de oldukça yaygındır: KB kara ‘siyah’ yaygındır 22, 77 vb.; kara: kara bodun’ın ksaltması olarak 250, 256 (2 tura:), 778, 988 (to:d-); kara ‘siyah mürekkep’ 2715: kara kuş ‘Jupiter’ 5675, 6219; kara kuş ög: ‘kartal renkli’ (yani siyah) 3949: xııı (?) At. kul kara baş 298; Tef. Kara ‘siyah’; kara baş/ kara kul ‘köle’; yılkı kara ve kara ‘sığır’ R II 140-1 (quotns.); Muh. Al aswad kara: Mel. 10, 17; 68, 2; Rif. 84, 168; al cariya ‘köle kız’ kara ba:ş (qu:ş olarak yanlış yazılmış) 51, 9; al-suriyya (‘cariye’) wa’l-cariyya ma’a(n) kara: ka:ş 147; al-‘uqab kara: kuş 72, 13; 175; al-xarkalı ‘otağ’ kara: ew 76, 11; 180: Çağatayca 15. Yy ve sonrası kara (ı) siyah ‘siyah’ (quotn.); (2)

Kızıl Intrans. Dev. N./A. fr. kız-: ‘kırmızı’ S.i.a.m.1.g.; Soğdcadan gelmiş; Doerfer I11 1481. Cf. 2 a:l Eski Türkçe 8.yy kızıl kanım ‘kızıl kanım’ T 52: 8. Yy ve ilerisi kızıl kaya: ‘kırmızı bir taş’ Irk Bitig 51: Uygurca 8. Yy ve ilerisi Budist Uygur Metinleri kızıl sağızğan ‘kırmızı saksağan’ (bir yıldızın adı) TT VI 95: Civ. kızıl orduluğ ‘kırmızı bir saraya sahip olmak’ TT VII 13, 34; kızıl çından ‘kırmızı bir sandalağacı’ H 191; ve başka yerlerde: 14. Yy Çince-Uygurca Sözlük ch’ih ‘kırmızı’ (Giles ı,967) kızıl Ligeti 167: Hakani Türkçesi 6. Yy kızıl al-ahmar her şeyin ‘kırmızı’sı (prov., verse); Kızıl Kaşgar’da bir nehrin adı Kay. I 394; I 40 (2 en), ve başka yerlerde: KB (baharda ağaçlar kendilerini leylak rengi, kırmızı, sarı, mavi ile süslerler) kızıl 67; başka yerlerde 120, 954, 23 12 (alçı:), xııı(?) At. 26 (2 en); Tef. kızıl ‘kırmızı’207: xıv Muh. ahmaru'l-şa'r ‘kızıl saçlı’ kızıl saç Mel. 46, 5; Rif. 139; başka yerlerde  68, 2-6; 78, I ; 168; 181 : Çağatayca 15. Yy ve ilerisi kızıl (r) surx ‘kırmızı’; (2) aşkar wa şadid ‘aşikar ve kuvvetli’; (3) ‘bir çeşit kırmızı kuş’; (4) ‘bir şahin çeşidi’ San.296v. 9 (quotn.; kızılla başlayan birkaç söz bunları takip eder) Xwar. xııı(?) ataş kızıl ‘ateş kadar kırmızı’ Oğ .6; kıp kızıl ‘derin kırmızı’ do. 166: Kom. Xıv ‘parlak kırmızı’ kızıl CCI; Gr; Kıpçak dili 8. Yy al-ahmar kızıl Hou. 31, 2: xıv dittokıp kızıl al şadidu’l hurma İd 71: xv fi ta’kidi’l-humra kıp kızıl Kav. 5, 9; ahmar kızıl Tuh. 68b. 3; ve başka yerlerde.

Sarığ ‘sarı’, bazı fonetik değişimlerle beraber her dilde yaygın; belli ki erken çağlarda Moğolcadan geçmiş bir kelime as şira (Haenisch 141) Eski Türkçe 8. Yy sarığ altu:n ürün kümüş ‘sarı altın ve beyaz gümüş’ T 88; 8. Yy ve sonrası sarı:ğ taş ‘sarı (kıymetli) taş’ Toy. 8 (EYT II 58); sarığ atlığ savçı: ‘sarı atlı ulak’ Irk Bitig II: Uygurca 8. Yy ve ilerisi Budist Uygur Metinleri sarığ altun PP 43,I: sarığığ (safra) Suv. 588,14; sarığ tözlüğ iğ ağrığ ‘safradan yükselen hastalık’ do. 19-20; ve başka yerlerde: Cir. sarığ munga ‘sarı börülce’ (Sanskrit mudga) H I 87 I 19; sarığ erük ‘kayısı’ do. 101; sarığ (önlüg) ‘sarı renkli’ (gezegen) TT VII 15, 1-2; sarığ tözlük su:vsa:lık ‘safradan dolayı açlık’ VIII 1.II; ve başka yerlerde: Hakani Türkçesi 6. Yy sarığ her şeyin ‘sarı’sı (al-asfar); ve ‘yoğun sarı’ için sap sarığ derler; ve safra için basitçe sarığ: sarığ su:v ‘midedeki sarı su’ derler; ve melodik olarak ‘sarı’ için sarığ surığ derler Kaş. I374;  başka yerlerde I391 (kezig), vb.: KB. Ağaçlar kırmızıyla sarığ (mavi ve kırmızı) süslenir 67; (elim darda ise, yani cimri) sarığ kığla en ‘yanaklarımı sarı yapar’ 477: xııı(?) Tef. sarığ/saru ‘sarı’ 262: xıv Muh. Al-asfar sa:ru: Mel. 68,2:; sa:ruğ Rif. 168; al-bum ‘owl’ sa:ru kuş 73, 3; I 76; al-mişmiş ‘kayısı’ sa:rığ (Rif. Sa:ru:ğ) erük 78,11; 182: Çağatayca 15. Yy ve sonrası sarığ/sarık sarı Vel. 273 (quotn.): sarı sarığ’nın kısaltması zard ‘sarı’ San. 231r. 2 (quotn.); sarığ zard do. 6 (birkaç söz bunu takip eder) Xwar. xııı şarığ ‘sarı’

yaşıl (?ya:şıl) der. fr. ya:ş; muhtemelen yaşsıl’dan türemiş w. the Den. Suff. -811; aslında ‘bitkinin rengi’, yani ‘yeşil’ ama 4 kö:k çok kesin değil, bazen ‘açık mavi’ için kullanılmış, nu emin olamayış hala devam ediyor, SE Türki’de yaşıl ‘yeşil’ demektir ama ’yeşil çimen’ kök ot’tur. Bütün modern dillerde alışıldık fonetik değişiklerle hayatta kalmıştır. SE Tiirki yeşil/yegil/yişil; SW Az. Ya:şıl; Osm. yeşil; Tkm. yaşıl. Eski Türkçede 8. Yy ve sonrası (eğer değerli taşın rengi ise) yaşıl ‘yeşil’ (ya da açık mavi(?), muhtemelen turkuaz) Toy.
26-7 (ETY I1 59); başka Irk Bitig 51’de (yayla:ğ) Uygurca 8. Yy ve sonrası Civ. yaşıl burçak ‘yeşil bezelyeler’ T T VII 14, 69; ve başka yerlerde; Hakani 7. Yy yaşıl her şeyin ‘yeşil’i (al-axdar) , ve yap yaşıl ‘parlak yeşil’(al-axdar’ul-nadir) diye adlandırılır, ve melodiyle yaşıl yoşul  Kaş. III  19;III 162 (çüwit), ve beş o.o: iki kat yaşıl; III için yipgil’e bakınız: KB (kahverengi toprak ve) yaşıl kök ‘mavi gökyüzü’ 3,22,127, 1002; (kuru ağaçlar) tonandı yaşıl ‘kendilerine yeşiller giydirdiler’ 67; o.o 68, 120, vb.: 8. Yy(?) Tef. yaşıl ’yeşil’148: xıv Muh. Al-axdar ya:şı:l; şadidu’l-xudra yam ya:şıl Mel.  68, 2-6; Rif. 168; (‘yerlerin’ altında, vb.) xadir nadir ‘çayır’ ya:şı:l 76, 9; 180: Çağatayca 15. Yy ve sonrası yaşıl reng-i sabza ‘yeşil’; yaşıl baş ‘bir çeşit ördeğin adı’ San. 332v. 27: Xwar. Xıv yaşıl ‘yeşil’ Qutb 74; Nahc.
37, 16: Kom. xıv ditto CCI; Gr.: Kıpçaklarda 8. Yy al-axdar ya:şıl; abartılmış hali ya:m ya:şıl Hou. 3 I, 3-8: xıv ya:şıl al-axdar mina’l-alwan ve yaş ‘yeşil bitkiler’ için kullanılır, İd. 94: xv ‘parlak yeşil’ yam yaşıl, daha doğru olanı yap yaşıl Kav. 5, 8; al-axdar yaşıl do. 64, 15;
TA. 48. 2; 83b. 7: Osm. xıv to XVI yaşıl (yazımlarda arka ünlüleri göstererek) birçok belgede ‘yeşil’ TTS I 793; I1 lor I ; 111 779; IV 853.

A:k ‘beyaz’ aslen bir hayvanın postu, daha yaygın bir kelime olan ürün’e karşı,q.v., sonradan her anlamda ‘beyaz’. Her dilde hayatta kalmıştır, belli ki, sıklıkla mecaz olarak. Sayısız sözde kullanılmış, San., TTS ve R çok uzun listeler verir. Doerfer II 54’e bkz. Eski Türkçe 8. Yy ak adğır ‘beyaz bir aygır’ I E 35. 36; ak at ‘beyaz bir at’ I E 40; ak ‘beyaz at’ I N 2, 3, 5, 6, 9: 8. Yy ve sonrası a:k besi ‘onun beyaz kısrağı’ Irk Bitig 5; a:k at do. 19: Uygurca 8. Yy ve sonrası Civ. ak kışın az ‘sizin beyaz kışlarınız nadirdir’ TT I 159 (Uygurcada sadece bunun gibi sözlerde bulunuyor, ürün yaygın.) Hakani Türkçesinde ve Oğuz’da 11. Yy a:k Oğuz dilinde her şeyin ‘beyaz’ı, ve Türklerde atın rengiyle ilişkili, a:k at derler (ve iki yer isminde A:k Sa:y, A:k Tere:k) Kaş. I 80; ak bulıt örlenüp ‘bir yağmur bulutu yükseliyor’ I 258, 2; kerip tuta:r ak torı:n (bulutlar)’ağlarını gökyüzüne atarlar’, bu bir yağmur bulutudur III 39, 13:
xııı(?) Tef. ak ‘beyaz, şeffaf’ 47: xıv Muh, al-abyad a:k Mel. 68, 2; Rif. 168; a.o. (adğır): Çağatayca 15. Yy ve sonrası ak öy çadır ‘çadır’ Vel. 24 (quotns.); ağ/ak safid ‘beyaz’ San. 43v 14; 45t. 21 ve sayısız sözde, tercih edilen biçim: Oğuz 11. Yy Xak’a bkz.; a:k saka:l er ‘gri sakallı bir adam’ Kaş I 81: Xwar. XIII ‘beyaz’ 'Ali 12: XIII(?) ak koyun ‘beyaz bir koyun’ Oğ. 363; ak sakalluğ do. 312; ap ak ‘oldukça beyaz’ 231, 343: xıv ak ‘beyaz, beyazlık’ Qutb 9; (akrak ‘daha beyaz’ Nohc. 57. 7): Kom. xıv ‘beyaz’ ak/ax CCI, CCG; Gr.: Kıp. xvıı ak Hou. 3 I, 2: XIV ditto Id. 17 (ve söz kalıpları) Bul. 2, 15 (kalıplaşmış sözler) xv ditto Tuh. 4a. I vb.: beyazı vurgulamak için appak derler, aslen ap ak  Kaw. 5, 7; başka yerlerde 58, 18:  Osmanlıcada 14. Yy ve sonrası ağ ve ak ikisi de 14. Yyda görülür; ağ 16. Yy’a kadar görülür.

A:l ‘kırmızı’; Moğolcadan geçmiş bir kelime (Korc. 71; Haltod 16) yöneticilerin belge mühürlerken kullandıkları kırmızı mürekkep için; aynı zamanda Rusçaya aynı anlamda alyi olarak geçmiştir. Çoğu modern dilde hayatta kalmıştır; Güneybatı Türkmencede a:l. Cf. kızıl. Doerfer, I1 517’e bkz. Eski Türkçe 8. Yy ve sonrası Man. Al (gap) kedip ‘üstüne kırmızı cüppe giymek’ TT 11 8, 67-8: Uygurca 8. Yy ve sonrası Uygur-Budist Metinler (bir gezegen için) al sarığ ‘kırmızımsı sarı’ TT VII 15, 5; başka yerlerde Suv. 28, 15: Civ. USp. 79, 2 (ye:rli:g): 14. Yy Çince-Uygurca Sözlük hung ‘Çin kırmızısı’ (Giles 5,270) a1 I 349; I.igcti 128: Hakani Türkçesi 6. Yy a:l dibac naranciyu’l-lawn ‘turuncu renkli yüz kabartması’ hükümdarların ve onların kadın akrabalarının kaplandığı; ve al-lawnu’l-naranci ‘turuncu’ da a:l Kaş. I  81; başka yerlerde III 162 (çüvit): KB bu hıla bile kıl yağı menzi al ‘bu hile düşmanların yüzü kızarır’ 2356 (ef. 1 a:l); o.o. 67 (yipgin), 3709: xııı(?) At. al gül ‘kırmızı bir gül’ 342: XIV Muh.(?) (atların renklerinin olduğu bir listede) ramadi ‘kül renkli’ al Rif.171 (sadece Kıpçakçada oy;al-aşqar gibi bazı kelimeler muhtemelen belgeden düşmüş, bkz ala:) Çağataycada 15. Yy ve sonrası al… (4) surx-i nun rang ‘koyu kırmızı’ (quotn.); (5) muhr nigin-i padişahan-ı turk ferman ve yarlık’ların üzerine kırmızıyla basılan ‘Türk padişahlarının damga ve turası’ San. 49r. 15; al tamğa yukarıdaki (5) ile aynı çeviri do. 49v. 29 (quotn.): Xwar. 13. Yy(?) Oğuz Han doğduğunda al közlere sahipti Oğ. 6 (belki ala közler için sıkça yapılan bir hata): 14. Yy al ‘kırmızı, mor’ Qutb 7; M N 6, vb.: Kom. xıv ‘parlak kırmızı’ al CCI; Gr.: Kıpçak 13. Yy (atların renklerinin bulunduğu bir listede) al-aşqar ‘doru at’ al Hou. 13, 5 (al-ağbaru’l-ramadi oy ‘toz ya da kül renkli’ diye çevrilir) xıv a:l (arka ünlü ile) al-farasu’l-aşqaru’l-mayil ila’l-sufra ‘rengi sarıya çalan doru bir at’ İd. 20: xv aşqar al Tuh. 4b. 5.

Bo:z ‘gri’, hem genelde hem de özellikle bir atın derisi için kullanılır. Erken zamanlarda Moğolcadan geçmiş bir sözcük, as boro (Haenisch 19). Bazı fonetik değişikliklerle birlikte bütün modern dillerde hayatta kalmış. (b-/p-; -z –s) Doerfer II 786’ya bkz. Cf. ça:l. Eski Türkçe 8. Yy boz at ‘gri bir at’ IE 32, 33, 37; Ix. 4; 8. Yy ve sonrası boz bulı:t ‘gri bir bulut’ Irk Bitig 53: Uygurca 8. Yy ve sonrası Budist-Uygur Metinleri (ölen bir adamın) altın erini boz bolup ‘alt dudağı gri olur’ Suv. 595, 17: Hakani Türkçesi 11 yy. bo:z at al farasu’l-aşhab, laysa bi’l-afşah ‘gri bir at, ama açık bir tonundan değil(?)’ rengi beyaz ile mercan kırı arasında olan her havyan için bu kelime kullanılır; ve ‘kahverengi koyun’ için bo:z ko:y derler Kaş. III 122; bo:z kuş al-bazıyu’l-abyad ‘beyaz bir şahin’ II 12, 9; başka yerlerde III 224 (1 buğa:) xıv Muh. (renkler arasında) al-ramadi ‘kül renkli’ bo:z Mel. 68,4: Rif. 168: Çağatayca 15. Yy ve sonrası boz (ı) rang-i kabudi mayil ba-safidi ‘beyaza çalan bir mavi’; (2) mecaz. Asb-i nila ‘mavimsi mor bir renkte (yani koyu gri) bir at’ san. 134r. 6:Xwar. Xııı(?) (yaşlı bir adamın) moz saçlığ ‘gri saçlı’ Oğ. 312: Kom. xıv ‘gri’ boz ax CCI; Gr.: Kıp. xııı (at renkleri arasında) al-aşhab bo:z; al-axdar ‘koyu renkli’ temür bo:z ya’ni aşhab  hadidi ‘demir grisi’ Hou. 13,4; (mamluk’ların isimlerinden) bozğuş, doğrusu bozkuş 29, 8: xıv bo:z (arka ünlü ile) al-aşhab.

Kö:k (g-) basitçe ‘gökyüzü’: dolayısıyla ‘gökyüzü renginde, mavi, mavi-gri’, vb.; benzer renkleri yaşıl karşılar. Kuzeydoğu dilleri dışında tüm modern dillerde her iki anlamıyla bulunmaktadır, Kuzeydoğu dillerinde yalnızca ikinci anlam mevcuttur. Güneybatı Osmanlıda gök; Türkmencede gö:k; bu biçimler ve Az. köy’ün önerisine göre, Kaşgarlının, sonun -k olduğu yönündeki kategorisel açıklamasına rağmen orijinal biçim gö:g olmuş olabilir. Doerfer III 1677’ye bkz. Eski Türkçe 8. Yy üze: kök tenri: asra: yağız yer kılıntukda: ‘mavi gök üstte ve kahverengi yer altta olduğunda yaratıldı’ I E 1, II e 2; kök teyinin ‘onların gri sincap derileri’ II N 12, S 12; kök ön bir nehrin adı T 15; (I E 3,11 E 4?, oksız’e bkz.): 8. Yy ve sonrası kök yürün taş ‘mavi beyaz bir taş’ Toy. 5 (ETY II 57); oo. do. 21; Irk Bitig 64 (buymul): Man. üze on kat kök asra segiz kat yer ‘on kat gökyüzü üstte ve sekiz kat yer altta’ TT III 129; (düşen şeytanlar) köklerden… yergerü ‘cennetten yeryüzüne’ M II 7, 17: Chr. U 18, 13 (tegi:): Budist Uygur Metinleri (küçük erkek kardeşim) kök tenrike yoklağay ‘cennet kadar yükseğe yükselecek(mecaz)’ PP 57,2; başka yerlerde do. 61, 4; üstün kökdeki ‘yukarı gökte bulunan’ TT VII 40, 11-12; o.o. U 11 37, 53-4 vb.: (kalık) kök linxwa ‘mavi bir nilüfer’ PP 38, 1-2; Suv. 347, .8; (ölümlüleri çizdi) ‘gri çamurdan yeniden doğuşları’ (Sanskrit samsara) TT V 26, 85-8; ve başka yerlerde, temelde ‘mavi’ ve benzeri için Civ. TT 1 23 (uç-): 14. Yy Çince-Uygurca Sözlük R II 240 (kalık): O. Kır. 9. Yy ve sonrası (…dan ayrıldım) kök tenri:de: kün a:y ‘mavi gökteki güneş ve ay’ Mal. 10, 3; 45, 5: Hakani Türkçesi 9. Yy kö:k (-k ile) al-sama ‘gök’; kö:k to:n ‘koyu gri bir elbise’; aynı zamanda gökyüzünün rengine benzeyen her renk; ve kend kö:ki derler: bir şehrin kırsalı, ağaçların yeşiline dayanarak. Kaş. III. 132; Türkler ‘koyu toz rengi’ için köp kök der, ve Oğuzlar köm kök der; kö:k al-akhab’dır I 328, 19-20; ko:k temür ‘mavi demir’ I 361, 26; a.o. do. 362, 9; III 162 (çüwit); ve başka yerlerde ‘gökyüzü’ için: KB yaşıl kök ‘mavi gökyüzü’ 3, 1002-(kuru ağaçlar kendilerini yeşil (yaşıl), kırmızı, sarı ile süslerler), kök ‘mavi’ (ve kırmızı) 67; ve başka yerlerde her iki anlamda: Tef. kök ‘cennet’ MN 78, vb.; Kom. XIV kök ‘gök’ CCG ‘mavi’ CCI; Gr. 150 (quotns.).
                                 Vlad Dracula: 15. Yüzyıldan Enteresan Bir Figür


     İki yıldan az bir süre sonra Kont 100. Doğum gününü kutlayacak ve dünyanın her yanından birçok Dracula hayranı bu etkinliğin altını çizmeye niyetli. Elbette, neredeyse herkes bu nosferatu’yu (Rumencede vampir) duydu: Max Schreck, Bela Lugosi, Christopher Lee ya da Gary Oldman’ın yer aldığı filmler vasıtasıyla; yakın zamanda yayınlanmış olan Anne Rice’ın Vampir Günceleri’nin de arasında bulunduğu birkaç kitapla; hatta çocukluğumuzda bize okunmuş masallarla.  Hepimizin Kont’un kim olduğu hakkında bir fikri var. Fakat Vlad Tepeş Dracula, Bram Stoker’ın romanına ilham olan tarihi karakter, kesinlikle daha az biliniyor. Bram Stoker’ın yüzyıllık gotik şaheseri vesilesiyle, 15. Yüzyılın bu sinsi lideri ve hayatına dalıyoruz.

    
   Vlad Tepeş 1431’in kasım ya da aralık ayında, Romanya Sighioşara Kalesi’nde doğdu. O sıralar İmparator Sigismund tarafından Transilvanya’ya askeri vali olarak atanmış babası Vlad Dracul, yaklaşık bir yıl önce Ejderha Tarikatına girmişti. Bu tarikat -Hospitalier Şövalyeleri ve hatta Töton Şövalyeleri ile karşılaştırılabilir- 1387’de Kutsal Roma İmparatoru ve ikinci eşi Barbara Cilli tarafından kurulmuş yarı-askeri ve dini bir cemiyetti. Son derece gizli faaliyet gösteren bir kardeşliğe ait bu şövalye tarikatının temel amacı, Katolikliği yaymak ve Türkler üzerine Haçlı seferleri yapmaktı. Tarikatın bizim için önemli olmasının farklı nedenleri var. İlk olarak, bize “Dracula” isminin açıklamasını yapıyor; “Dracul” Rumencede “Ejderha” demektir,  Vlad Tepeş’in babasının Ejderha Tarikatı’na alınışını bilen Rus toprak sahipleri, ona “Dracul” dediler. Ve “Dracula” sonuna bir küçültme eki getirilerek “Dracul’un oğlu” anlamı kazandı, böylece Vlad Tepeş tarafından kullanılan bir soyadı oldu. Bu tarikatın ikinci önemli rolü ise Bram Stoker’ın şeytani karakterinde ilham aldığı Tarikat’ın sadece Cuma günleri ve İsa’nın Tutkusu’nu anma törenlerinde giyilen resmi giysisiydi –kırmızı giysi üzerine siyah yaka- .

     1436-1437 kışında Dracul Eflak (Romanya’nın üç bölgesinden biri) prensi oldu ve prensliğin başkentindeki Tigoviste Sarayı’nda ikamet etmeye başladı. Vlad Tepeş altı yıl babasıyla birlikte prenslik sarayında yaşadı. 1442’de siyasi sebeplerden ötürü, Dracula ve erkek kardeşi Radu Sultan II. Murad tarafından esir alındı; kardeşi 1462’ye kadar kalmaya karar verdiği halde Dracula 1448’de tutsaklığına son verilince Türkiye’den ayrıldı. Şüphesiz Türk esaretinde geçirdiği bu vakit Dracula’nın yetişişinde büyük rol oynamıştır; hayatını şekillendiren aşırı kötümser bakış açısını yaşamının bu döneminde şekillendirmiş olmalı. Gerçekten de Türkler onu, babasına II. Vladislav tarafından düzenlenen suikast haberini verdikten sonra serbest bırakmışlardı. Aynı zamanda babasının en büyük oğlu ve kendisinin ağabeyi olan Mircea’nın ölümünü, Tirgoviste’teki Rus toprak sahiplerinin ona yaptığı işkenceleri ve onu nasıl diri diri gömdüklerini de öğrenmişti.

     17 yaşında iken Vlad Tepeş Dracula, kendisine Mustafa Hasan Paşa tarafından verilmiş bir Türk süvari birliği ve yaya bölükle desteklenerek Eflak tahtına oturmak üzere ilk büyük hareketini yaptı. Fakat sadece 2 ay sonra tahtta hak iddia eden II. Vladislav’a yenildi.  Dracula Eflâk’taki ikinci ve büyük hükümranlığını emniyet altına almak için, babasının intikamını aldığı ve can düşmanını öldürme zevkine nail olduğu 1456 Temmuzunu beklemek zorundaydı. Vlad bundan sonra, nice zulümler gerçekleştirdiği ve dolayısıyla tartışmalı şöhretini oluşturduğu en uzun hükümdarlığına –altı yıl- başladı.

   İntikam almaya yönelik ilk hareketi, babasına ve ağabeyi Mircea’ya suikast düzenleyen Tirgoviste’teki Rus toprak sahipleri üzerineydi. 1459 olduğuna inandığımız bir Paskalya Pazarında prenslik ziyafetine katılan tüm seçkin Rus ailelerini tutukladı. Yaşlı olanları kazığa oturturken, diğerlerini başkentten Poenari şehrine kadar yürümeye zorladı. Seksen bin kilometrelik bu uzun yürüyüş oldukça meşakkatliydi ve hayatta kalanların hedefe varana dek dinlenmesi yasaktı.  Ardından Dracula onlara Arges Nehrine bakan karakol harabesinde bir kale inşa etmelerini emretti. Çoğu bu süreçte öldü, Dracula da böylece yeni bir soylular sınıfı yaratmayı başardı ve gelecekteki acil durumlar için bir kale elde etti. Bugün yapıdan geriye kalanlar Dracula Şatosu adıyla bilinir.

   Vlad vahşi ve acımasız cezalandırma teknikleriyle oldukça meşhur oldu; Sıklıkla insanların derilerinin yüzülmesini, kaynatılmalarını, kör edilmelerini, asılmalarını, yakılmalarını, diri diri gömülmelerini, boyunlarının vurulmasını, boğazlanmalarını, kızartılmalarını, doğranmalarını, çivilenmelerini, hançerlenmelerini emrederdi. Bununla birlikte burun, kulak, cinsel organ, kol ve bacak kesmekten de çok hoşlanırdı. Fakat en sevdiği yöntem kazığa oturtmaktı, bundan ötürü ona verilen “Tepeş” soy ismi Rumencede “Kazıklayan” anlamına gelir. Hatta Türkler bile ona “Kazıklayan Prens” anlamına gelen “Kaziglu Bey” derlerdi. Bu onun 1457,1459 ve 1460’da ticari kuralları görmezden gelen Transilvanyalı tüccarlar üzerinde kullandığı teknikti. Transilvanya’daki Alman Saksonların üzerine düzenlediği akınlar da Eflâk ticari aktivitelerini korumak ve geliştirmek için yaptığı ön-milliyetçi girişimlerdi.

    Vlad Tepeş Dracula’nın felsefesi hakkında birçok anekdot bulunmaktadır. Örneğin ülkesinin her yerinde, en çok dürüstlük ve düzen üzerinde şiddetle duruşuyla tanınırdı. Neredeyse her suç, hırsızlık ve yalancılıktan cinayete kadar, kazıklanmaya cezalandırılabilirdi. Yasalarının etkisine o denli güveniyordu ki Tirgoviste meydanına sergilenmek üzere bir altın kupa yerleştirdi.  Kupa susamış gezginler tarafından kullanılabilirdi fakat meydanda kalmak zorundaydı. Mevcut tarihi kaynaklara göre kupa Vlad’ın hükümranlığı boyunca hiç çalınmadı ve buna teşebbüs edilmedi. Dracula aynı zamanda tebaasının çalışmasına ve topluma katkıda bulunmasına da çok dikkat ederdi. Yoksullara, dilenci ve serserilere hırsız gözüyle bakardı. Bu nedenle Eflâk’ın bütün hasta ve yoksullarını büyük bir ziyafet için prenslik sarayına davet etti. Davetliler yiyip içtikten sonra, tüm salonun tahtalarla kaplanmasını ve ateşe verilmesini emretti. Kimse sağ kalmadı.

    1462’nin başlarında, Vlad Danube Nehri boyunca yaşayan Türklere karşı sefer başlattı. Bu çok riskli bir karardı, zira Sultan II. Mehmed’in askeri kuvvetleri Eflak ordusundan çok daha güçlüydü. Buna rağmen, 1462 kışı sırasında Vlad oldukça başarılı oldu ve birçok galibiyet elde etti. Sultan, Vlad Dracula’yı cezalandırmak için Eflâk’ı tamamen işgal etmekte karar kıldı. Elbette diğer amacı burayı bir Türk vilayeti haline getirmekti. Böylece Eflâk’a Dracula’nın sahip olduğu ordunun üç katı kuvvetle girdi. Müttefiki olmadığını gören Vlad Trigoviste’e doğru geri çekilmek durumunda kaldı, geri çekilme sırasında Türkler aç ve susuz kalsın diye kendi köylerini yaktı ve sularını zehirledi. Üstüne üstlük, Sultan yorulmuş bir halde başkente ulaştığında şahit olunabilecek en ürkütücü sahneyle karşılaştı: binlerce kazık yirmi bin Türk esirinden geriye kalan leşleri taşımaktaydı. Bu korku sahnesi tarihe “Kazık Ormanı” adıyla geçti. Dracula tarafından kasten sahnelenen bu dehşet verici taktik kesinlikle başarılıydı; bu görüntü Mehmed’in en yürekli komutanlarını bile derinden etkiledi ve Sultan, aç ve yorgun, yenilgiyi kabul etti (Değinmek gerekir ki, Victor Hugo bile Legende des Siecles’inde bu olaydan bahsetmiştir.) Bununla beraber, Eflak bölgesinden geri çekilen Mehmet Vlad ile girilecek bir sonraki savaş dönemini, Türklerin Eflak hükümdar ailesinden gözdesi olan küçük kardeşi Radu’ya bıraktı. Bir Türk ordusunun başına geçen ve Vlad’a ihanet edenleri de yanına alan Radu, ağabeyini Arges Nehri’ndeki Poenari Kalesi’ne kadar takip etti.

    Efsaneye göre bu, Dracula’nın karısının Türk tutsaklığından kaçmak için kendini yüksek bir savaş alanından nehre atarak intihar ettiği, bedeninin uçurumdan nehre düşüşünün olduğu ve Francis Ford Coppola’nın Dracula filminin bir sahnesinde kullandığı olaya denk düşüyor. Şüphesiz intihar edecek türden bir adam olmayan Vlad ise kuşatılmış kalesinden dağa çıkan gizi bir geçidi kullanarak kaçmayı başarmıştır. Arefu köyünün köylülerinden yardım alarak yeni Macar Kralı Matthias Corvinus ile tanışacağı Transilvanya’ya ulaştı. Fakat yardım sağlamak yerine, Matthias onu tutukladı ve Macaristan’ın başkenti Visegard’da hapsetti. Ancak 1475’te, Vlad üçüncü ve kısa hükümdarlığının keyfini çıkarmak üzere Eflak Prensi ünvanına sahip oldu. Nitekim 1476 Aralığının sonlarında öldürüldü.

    Bram Stoker’ın kurgusal karakteri için neden 15. Yüzyıldan bir Rumen prensini model aldığını bilmiyoruz. Bazı akademisyenlere göre Stoker Budapeşte Üniversitesi’nden Arminius Vambery (Hermann Vamberger) isimli bir Macar profesörle arkadaştı ve bu adamın Stoker’a Vlad Tepeş Dracula hakkında bilgi vermiş olması olasıdır. Ayrıca Dr. Abraham Van Helsing’in 1897’de yazdığı romanında Vlad hakkındaki bilgisinin kaynağı olarak “arkadaşı Arminius”tan bahsediyor olması bu teoriyi doğrular görünüyor. Tarihi Dracula (1431-1476) figürü ile modern edebi vampir miti arasındaki tek bağlantı 1897’de yazılmış olan romandır; Stoker karmaşık yaratığını oluşturmak için tarihi referanslar, halk söylentilerinden alıntılar ve kendi hayatından tecrübelere yer vermiştir. Ayrıca değinmeye değerdir ki Vlad Tepeş’e ihanet edenler -çoğunlukla Alman Saksonlar- prensin ismini lekelemek için Rumencedeki “Dracul” kelimesinin öteki anlamı olan “Şeytan”ı sıkça kullanmışlardır. Acaba Rumencedeki “ejderha” ve “şeytan” kelimeleri arasındaki ilişki, Vlad Tepeş ile vampirler arasında erken bir bağlantıya mı delalettir?


Benjamin H. Leblanc                                                       Çeviren: Şebnem Şahin
Master öğrencisi, Din Sosyolojisi
Montreal Üniversitesi, Kanada


Metnin aslı için: http://www.htspweb.co.uk/fandf/romlit/specnew/vlad/archive2/leblanc.htm


Kaynakça
Florescu, Radu, and Raymond T. McNally. Dracula: A Biography of Vlad the Impaler, 1431-1476. New York: Hawthorn Books, 1973. 239 pp.
Dracula: Prince of Many Faces; His Life and His Times. Boston: Little, Brown and Company, 1989, 261 pp.
Giurescu, Constantin C. The Life and Deeds of Vlad the Impaler. Dracula. New York: Romanian Library, 1969.
McNally, Raymond T., and Radu Florescu. In Search of Dracula: The History of Dracula and Vampires Completely Revised. 1972. Reprint. Boston: Houghton Mifflin Company, 1994, 297 pp.
Stoicescu, Nicolae. Vlad the Impaler. Translated by Cristina Krikorian. Bucharest: Romanian Academy, 1978.

Treptow, Kurt W., ed. Dracula: Essays on the Life and Times of Vlad Tepes. East European Monographs, no. 323, New York: Columbia University Press, 1991. 336 pp.